5 Haziran 2011 Pazar

ERDEN KOSOVA

İstanbul dogumlu olan Erden Kosova, Kadir Has Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır. Kültürel Çalışmalar alanında Goldsmiths Üniversite'sinden doktora derecesi almış olan Kosova çeşitli günlük gazeteler, sergi katalogları, sanatçı yayınları, ve dergiler için yazarlık yapmakta, Red-Thread dergisinin yayın kurulu üyesi olarak çalışmaktadır.
Kosova, özellikle 90lı yılların çağdaş sanat dinamikleri ve sosyal teorisi üzerine eğilir. Türk Çağdaş sanat ortamını, sanatçıları,eğilimleri, sosyo-kültürel, politik ve ekonomik alanda Vasıf Kortun ile birlikte ele aldığı Scene Turkei: Abseits, Aber Tor! isimli kitap Walter Königyayınlarından Jahresring Serisi çercevesinde yayınlanmıştır. Kitabın içindeki türkce metinler, Ofsayt, ama Gol! blogadresinden okunabilmektedir. Kimlik, aidiyet, cinsiyet, ideoloji kavramlarını sorgulayan Kosova, yurt içinde ve yurt dışında seminerlere katılmıştır. Ayrıca 2004 yılında Kentin Kapılari Boyunca isimli K&S Galeri Berlin; Oda Projesi, İstanbul da gerçeklestirilen grup sergisinin küratörlüğünü yapmıştır.
Yazılarının yayınlandığıgazete, dergi ve kataloglar arasında;Birgün, Siyahi, Springerin, Frieze, Aydan Murtezaoglu üzerine duzenlediği Yakınlıklar Kaybolup Mesafeler Kapanırken bulunmaktadır.



SORULAR :


27 Ekim 2007’de düzenlenen‘Kamusal Alan,Güncel Sanat ve Siyaset’ adlı panelde konuşmacı olarak yer almıştınız.Konuşmanızın bir bölümünde Avrupa ve Türkiye’den örnekler vererek,neo-liberal sistem içerisinde milliyetçilik dozu yükselen kamusal alanlarda siyasal ve sanatsal jestlerin olabilirliği hakkında konuşmuşsunuz.Bize bunlardan bahseder misiniz?


Doktora tezim Güncel Sanat İçerisinde Milliyetçilik Eleştirisi idi.Tezim başlangıçta 90’ların 2. yarısından itibaren,Sovyetlerin yada Sosyalist bloğun çökmesinden sonra oluşmuş genel bir milliyetçilik anlayışının yükselmesi üzerine olmuştu.Özellikle Balkanlarda Yugoslavya ‘nın çözülmesi ,iç savaşla beraber Bosna,Arnavutluk,Kosova,Sırbistan…Bu coğrafya üzerinde Türkiye ile beraber yeni dönemin,bu benzer 3 coğrafya içinde yükselen gerilimin güncel sanata nasıl yansıdığını incelemek üzerine kuruludur.


Osmanlı dokusunun çözülmesini henüz tamamlanmamış olmasını görmek açısından,araya giren modernist dönemde Sosyalizm,Siyonizm,Kemalizm üzerinden tanımlanan modern ideolojiler bu gerilimleri bir ölçüde absorbe etmiş durumdalar.Ama sosyalizm çözülmesi ve siyonizmin krize girmesiyle birlikte bu coğrafyada etnik yapı üzerinden bastırılmış,tekrar ortaya dökülmeye başlayan gerilimler ortaya çıkmıştır.Üniter ve merkezi yapılar sallanmaya başlıyor.


Bu dönemdeki ayrışmalar güncel sanata gerçek anlamda etki etmeye başlıyor.Güncel sanat içerisinde bu şiddetin yoğunlaşmasına eleştirel bakan bir sanat anlayışı gelişmeye başladı.Güncel sanatın siyasallaşmaya başlaması küresel anlamda bu olaylarla eş zamanlıdır.Daha önce hep geriden gelen birşey vardı.Örneğin Kübizm,1915-10 larda Avrupa ‘da yayılmaya başlamıştı ancak 1930 larda Türkiyeye gelmeye başladı.Ama Avrupa’nın hemen önünde bulunan bu 3 coğrafyada,güncel sanatın siyasallaşması ile ilgili eşzamanlı birşey vardı.Balkanlar,Türkiye,Yakındoğu,Kıbrıs,İsrail-Filistin arasındaki problem yaptığım araştırmalarla ilgili…Milliyetçiliğin kullanılması ve eleştirilmesi ile ilgili işler yaptım.


Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın ‘Ateşin düştüğü Yer’ adlı sergisi …Onu hazırlarken şöyle bir manzara ile karşı karşıyayız: Sorunlu geçmişe sahip ülkelerde ,bu problemli geçmişle,yaşanan suçların bıraktığı etkinin diğer coğrafyadakilerden farklı yanları vardır.Örneğin Almanya’da Nazizm sonucu bütün geçmiş,halk ve devlet tarafından ortak olarak masaya yatırılmış,geçmişle hesaplaşmaya gidilmiştir.Devlet bunun için santçıları desteklemiş,onlara siparişler vermiştir.Sosyal demokrat pozisyonda devlet kurumları sanatçıları bu bağlamda desteklemişlerdir.Örneğin Alexandr Clast,Berlin’de zamanında Nazi’lerin komünist ve yahudi yazarların kitaplarını yaktıkları meydandaki çalışması.


Olayın olduğu noktayı belirler ve o kısma büyük bir oyuk açar.Büyük bir kütüphane oluşturabilecek bir mekan..Aşağıya bakıldığında büyük bir boşluk görülüyor ancak burasının boş bir kütüphane olduğu hissediliyor.Olmayan bir kütüphanenin orda olduğu ,kitap yakma eyleminin olduğunu insanlara hatırlatıyor.Burada devlete ait bir mekanizma bunu üstlenmiş durumda…


1992’den Türkiye’ de güncel sanat oluşması ve gelişmesi sürecinde çok belirgin bir siyasi tavır alınmış durumdadır.Anti-devletçi,anti-milliyetçi,cinsel kimlik politikalarında ataerkilliği eleştiren,kimlikleri daha fazla öne çıkaran bir anlayış oluşmuş durumda.Tüm bunlara rağmen diğer modellerin tersine Türkiye’de güncel sanat ne kadar politik olursa olsun bu durum sanatçılar tarafından içeriye pek yansıtılamamış durumda…Yani bunu kamusal alanda var edebilmiş değiller.Sanatçı çok politik bir işi üretebiliyor fakat bunu,bu alanda göstermeye çalışırken bazı problemler yaşayabiliyorlar.


Örneğin 90’ların ortasında Ayasofya’nın arkabahçesinde bir sergi yapıldığı için sergi basılması,Tophane Mahallesi’ndeki galerilere olan saldırılar..Benzer şekilde 1955 ‘te yaşanan 6-7 Eylül olaylarını gösteren fotoğraf sergisinin basılıp,fotoğrafların yırtılması gibi…Bunlara benzer yaşanan olaylar,sokaktaki performans sanatını olumsuz etkiledi.


Aslında bu tür çağdaş mekanlar,2003-2004’ten itibaren oluşmaya başladı.İçeride üretilenler Avrupa’daki sergilere gidiyor ama hitap etmesi gereken kitleye ulaşamıyordu.Sokağa çıkma isteği olmasına karşın,bir türlü becerememe durumu vardı.



  Siyasetçilerin çözemediğini sanatçılar nasıl çözer?
Sanat 90’lardan sonra politizasyona gidiyor.Burada sanatçılar direk çözüm üretemez ama öncülük edebilme özelliği vardır.Ortada siyasal bir perspektif var.Örneğin BM gibi uluslararası örgütlerin acaba entellektüel çabalar üzerinden bir diyalog oluşturulur mu? Şeklinde görüşleri olabiliyor.Bu politik geçişi sadece sanatçının üretmesi imkansız. İnanç Çabaları, Yeşil Hat’ ta boş bırakılmış bir mekanda yapıldı.O mekana özgü çalışmalar boş evlerde,dikenli tellerle çevrili alanlara yapılmış işler vardı.Etnik çatışma üzerinden kurulmuş farklı işlere bakma açısından yaralı oldu.Bağımsız bir sergiydi..İki devletten birinden yardım alsaydık,gerçekleşemezdi.


Reel ve Kavramsal sanattaki mesafeler nelerdir?
  Güncel Sanat dili nasıl bir dildir?
 1917 li yılların ortalarında Marcell Duchamp,bir pisuarı alıp Çeşme olarak isimlendirdi.Bu yapıt sanat içinde son derece derin bir yarık oluşturuyor.Bunun  öncesinde kübizmde kullanılan yapıştırma malzemeler,Duchamp ın o güne kadar sanat objesi olarak algılanmayan bir nesneyi bu amaçla kullanması endüstri devriminin sanat alanına gecikmeli bir etkisidir.Toplumda birbirine çok yakın görülen faaliyet alanları,Modernizm ile birbirinden ayrılmaya başlamıştır.Önceden sanat ve zanaat eşanlamlı kavramlardı.Daha sonra güzelsanatlar gibi söylemler çıkmaya başladı.Genel olarak ART kavramı altında resim-heykel-mimari toplandı.19.yy da güzelsanatların alanı gittikçe belirginleşmeye başladı.
El becerisinin üzerine yaratıcılık eklenerek akademiler
      kuruluyor bu şekilde resim pek rekabet görmeden
       ilerliyor. 19.yy da ekonomik ilişkiler ve altyapı ile 
       üstyapı arasındaki ilişkiler sonucunda gecikmeli   
       olarak sanayi devrimi mantığı modern sanatlarda ortaya çıkıyor. Fakat bunu kültüre olan etkileri avangard sanatla başlar. Endüstri devrimi, emeğini otomasyon anlayışı ile yokmetmiştir.Duchamp’ın işi buna örnektir.Burada el emeği  olmadan üretilen bir obje sanat eseri olarak sunulmuştur.

Endüstriyel bir nesne , el emeği ile ilgili olmayan bir müdahale ile ortaya mental bir emek ortaya koyar.Burada seçme edimi sanatın kendisi haline geliyor.Bunlar bu dönemde ortaya çıkan avangard akımın ürünleridir. Sonra aradan biraz zaman geçiyor…Bunlar 1905 ile 1920 li yıllar arasında oluşmuş avangard akımın farklı akımlarla şekillenmiş halidir.Bir süre sonra avangard yoruluyor bu arada araya faşizm ve komünizm giriyor….50-60 lı yıllarda soyut sanat geliyor resimle…daha sonra 60 lı yıllarda birileri bu fikileri tekar hatırlayıpalıyıor,bazen hiç el emeği olmayan,bazen çoğunlukla dil üzerine kurulu yapıtlar üretmeye başlıyorlar.Kavramsal sanat bu mirasın üzerine kuruludur.Yani kavramsallığa yer veren sanattır.


Kavramsal sanat olarak yapılan işleri ana başlıklar halinde toparlarsak:


1)öncelikle kavramsal olarak bir iş var etmek…Bugün güncel sanat olarak adlandırdığımız kavram,el emeği ile değilde  zihinsellik ve düşünsellik üzerine kurulu işlerdir.


2) yeni medya dediğimiz bir şey çıkıyor.Artık  bahsedilen 3 şeyle tanımlanamayacak teknolojik imkanlar oluşuyor…Video,fotoğraf… gibi.Örneğin fotoğrafçılık var ama fotoğrafı kullanan güncel sanat gibi…


3)Beden kullanımı…fakat bunu resim geleneği ile bir ilgisi yok…İzleyici burada,duran şeyde karşısında…60 lı yıllarda performans sanatının, happening lerin ortaya çıkmasıyla ,bedenin sanat yapıtı olabileceğine dair yeni bir kaynak açılıyor.


4) Bir mekan kullanımı…Örneğin bir galeriye giriyorsun,objeyle direk ilişkiye giriyorsun…Ama burada bir mekansallık var…Bir obje var ve ben sadece ona bakıyorm…Güncel sanat dediğimiz şey,izleyici ile obje arasında kalan kısmı kurgulamada başlıyor.Böylece enstalasyon denilen anlatım dili ortaya çıkıyor.Örneğin bir yere giriyoruz,orası zaten atmosferik olarak tanımlanmış…Sadece obje görmüyorsun,bedenini kaplayan bir şeyde var.Ses var örneğin,ışık var…Örneğin 1940 lı yıllarda bir memur ailesinin evine dönüstürülmüş mekan…


Güncel sanat,bu gelişmelerin sonucunda artık her yerden beslenen bir kavram yumağı haline geliyor.Neredeyse bir sınırsızlık…Akademilerde ne olursa olsun bir sınırlılık var yani malzemeye ve tekniğe bağımlısın…


Ama günümüzde resmin kendi sınırlılığını aşma yönünde üretken işlerde var ve bu karşıt kavramlar,birbirinden beslenir haldeler.Ancak resim,kendi yapısının ötesine geçme gayretinde…


Geleneksel ile olan çatışma (90 lı yıllar) artık yaşanmıyor.Yani güncel sanat içinde var olan ressamlarda var…İki ayrı kutup değilde,birbiri içine geçmiş bir durum halindedirler.


Bunun üzerine pek çok şey ekleniyor. Mesela,mekan üzerine…Kıbrıs örneği gibi..Yani biz bir galeriye gidip nesneyi yerleştiriyoruz ve insanlar gelip onu orada izliyor.Ancak bir beşinci seçenek diyebileceğimiz,doğrudan sosyal hayatın içinde var olan mimari dokuların içine gidilir ve doğrudan orada anlamlanabilecek olan işler sergilenir.Örneğin Boğaz Köprüsü’ne gidilir,orada bir düzenleme yapılır ve o iş sadece orada anlamlı hale gelir.O işi,bir başka mekana yada geleriye götürürseniz tamamen anlamını yitirir.Bu,sadece belli bir mekanda işleyen çalışmadır.Kıbrıs’ta mesela…İngiliz grup geldiler,orada boş bırakılmış bir tuhafiyeci dükkanında işler yaptılar.Bu iş alınıpta New York’ta bir müzede sergilenemez.Bunun için binayı temeliyle oraya götürmek gerek…


En son gelen konulardan biride,doğrudan sosyal ilişkilerle ilgili…Yani senin kurduğun sosyal ilişkiler…Ortada obje yok.Örneğin 1995 yılında,İstanbul Bienali’nde sanatçı bir oturma alanı tasarlıyor.Dört sıralı bir alan…Ortayada 2 saatte bir pilav kazanı geliyor.Bunu insanlar alıp yiyebiliyor,sergiyi gezen insanlar birbiriyle konuşabiliyor ve burada sosyal bir alan oluşmuş oluyor.Ayrıca sanatçı da gelip bu insanlarla doğrudan iletişime geçebiliyor.


İNANÇ SIÇRAMALARI


(13-29 MAYIS 2009)


13-29 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen "Leaps of Faith / İnanç Sıçramaları" sergisi Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'tan çeşitli bağımsız kuruluşların birlikte gerçekleştirdiği bir etkinlik olması açısından da önemli. Yapımcılığını Kolektif Prodüksiyon'un üstlendiği "İnanç Sıçramaları"nın proje ortakları arasında İstanbul Kültür ve sanat Vakfı ile Kıbrıslı grup Artist to Artist de bulunuyor.Katerina Gregos ve Erden Kosova'nın küratörlüğünü yaptığı sergiye değişik ülkelerden 18 sanatçı katılıyor. Sergide, Kıbrıs asıllı ünlü moda tasarımcısı Hüseyin Çağlayan'ın çalışmalarının yanı sıra Phil Collins, Meksikalı sanatçı Minerva Cuevas ve politik içerikli işleriyle adından söz ettiren Güney Afrikalı Kendell Geers'in yapıtları da görülebilir.


."İnanç Sıçramaları" Kıbrıs'ın 1974 yılından beri bölünmüşlüğünü ve politik açmazları konu alıyor. "Siyasetçilerin çözemediklerini sanatçılar nasıl çözer?", "Sanat iki yakayı birleştirir mi?" gibi soruların temel alındığı sergide cinsel kimlik ve sınıf meseleleri, azınlık hakları, plansız kentsel gelişme ve göçmenlerin sorunlarına da dikkat çekilmek isteniyor. Serginin bir diğer hedefi ise, uluslararası boyutta bir sanat etkinliğiyle Yeşil Hat'ı canlandırmak ve hareketlendirmek; adanın iki tarafındaki halkların arasındaki iletişim ve değişimi artırarak alternatif söylemlere de yer açmak.



Kopenhag’da CHARLOTTENBORG Müzesi’nde,’YENİ DÜNYA DÜZENİNDE KÖKTEN EĞİLİMLER' adlı, 31 EKİM 2002 ‘de bir sergi açılmıştı. 'KIR-MI-ZI' isimli sergisinde öncelikle sözkonusu müzenin kolleksiyonundan 28 tablo ve yerde 15,000 proleter bulunmaktaydı. Özkaya'nın dizaynı olan kırmızı renkli proleterler yaklaşık 5 cm büyüklüğünde ve süngerden yapılmıştı. Dolayısıyla üzerlerine basıldığında elastik olmaları nedeniyle önce yerle bir olup sonra yavaşça tekrar yükseliyorlardı. Bu çalışmasını Kopenhag Charlotenborg Müzesi'nde bu kez 40,000 proleter ile gerçekleştirecek olan Özkaya, müzenin her üç katını da sünger heykelcikleri ile donattı.





Erden Kosova'nın Nifca (Kuzey Ülkeleri Sanat Kurumu) sergi rehberinde de yayımlanmış Feuer und Flamme isimli makalesinden bir alıntı:


"Serkan'ın işinde küçük kırmızı renkte binlerce proleter figür görüyoruz. Kaba biçimde süngerden biçimlendirilmiş 6-7 cm boyutunda adamcıklar bunlar; öne çıkan özellikleri havaya kalkmış sol yumrukları. Yere tutturulmuş figürler üzerlerine basıldıktan sonra deforme oluyor ama malzemelerinden ileri gelen esneklikle bir kaç saniye içinde yeniden ayağa kalkıyor, sol yumruklarını havaya yükseltiyorlar. Endüstriyel bir ürün olmaları, kendilerini yeniden üretebilmeleri, direngenlikleri ve kitlesel varoluşları bu kırmızı proleterlere sempati duyulmasını sağlayabiliyor ama biçimlerindeki kabalık, görüntülerindeki tektiplilik gibi unsurlar izleyicide sakınımlı bir tepki üretiyor ister istemez. Üstüne üstlük, izleyicinin işin bütünüyle deneyimleyebilmesi için gereken şey, bu proleterlerin üzerine basması. Ne kadar köşesinden bucağından kaçılmaya çalışılsa da, istemeden de olsa üzerlerine basılıyor. İzleyici ve konu alınan figürler arasındaki mesafeden de öte, bir zarar verme (zalimlik uygulama) zorunluluğuna giriliyor.


Sergi izleyicisi ile proleter arasındaki negatif ilişkinin yanında, sergi mekanı olan Proje4L'nin sınıfsal bir ayrım çizgisinin, finans kurumlarının yükseldiği bir yapılanma alanı ile işçi sınıfı mahallelerinin arasında kalan bir hatta konumlanmış olması yeniden sorunsallaştırılıyor."


Ateş Düştüğü Yeri Yakar Sergisi


Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 20. yılı sebebiyle bir sergi düzenlenmeye karar verilmiş ve sanatçılara çağrıda bulunulmuş. Sonuçta sergiyi düzenleyenlerin bile ummadıkları kadar çok eser ulaşmış ellerine. Sergiyi düzenleyen Erden Kosova “Hem sanatsal, hem politik açıdan daha önce hiç yanyana gelmemiş, gelemeyecek insanlar bu sergide bir araya geldi.” diye açıklıyor ulaştıkları sonucu.







4 Haziran 2011 Cumartesi

Ayşegül Sönmez

AYŞEGÜL SÖNMEZ

Ayşegül sönmez 1975 doğumlu gazeteci, sanat eleştirmeni, AICA uluslar arası sanat eleştirmenleri derneği başkanı ve sanat felsefe dalında Kyoto üyesi çağdaş sanat dersi veren bir öğretim görevlisidir. Sönmez, sanatsal manada yazı yazmaya 17 yaşında başlar. Babasının galerisi vardır bu sayede Sönmezde kendini sanatın içerisinde iyi bir şekilde yetiştirir. Okul döneminde İtalyan dili ve edebiyatı bölümünü okur. Orta çağda iş tarihi üzerine çalışmalar yapar. İlk olarak Duygu Asenayla çalışmaya başlar. Bu sayedede gazetecilik tekniğini ilerletmek için iyi bir fırsat yakalar. Duygu Asenayla aralarındaki uzlaşma sırasında feminizm ile tam olarak o zaman tanışır. Ve o dönemin (1996-1997) özel bir dergisi olan “kim” ve ardından “kadınca” dergilerinde yazmaya devam eder. Bunun ardından düzenli olarak Güzel sanatlar dergisinde yazmaya devam eder. Yazarlık hayatının başlangıcında Duygu Asena çok önemli bir isim olmuştur. Asenanın desteklerinden bolca yararlanmıştır.

Makalelerini hazırladığı dönemde bir yazar olarak “ben” kelimesini” ben buradayım, ben şuradayım” gibi birinci tekili kullanmak yeni ve alışılmadık bir şeydir. Fakat Sönmez bunları sıkça kullanmaya başlar devamda ettirir. “negatif dergisinde” ekibin içinde bulunur. Güzel sanatlar için ayrılmış sayfalarla ilgilenir. Derginin konularının içeriğiyse yaşam kültür üzerine derleniyordur. Genel amaç daha çok gençlerin bakış açılarını değerlendirmek, dergiyi gençlerin dergisi yapmaktır. Sanatsal anlamda ilk örnek dergi bu dergidir. Popüler kültür ile sanatçılar arasında bağ kuruyordur, derginin kapanmasından sonra milliyet sanatta yazmaya başlar. Böylece daha geniş kitlelere seslenme fırsatını yakalar. O dönemlerde yönetmenlerden köşe yazarı olması konusunda iyi teklifler alır. o da bu teklifleri değerlendirir.  Özel haber dergisinde yazıları yayınlanmaya başlar. Siyasi ağırlıklı bir dergidir. Sönmez bu zamanlarda derginin içeriği gereği Ermenistan’a gitmiş bir dizi çekmiştir. Gazeteci Hırant Dink bu diziyi kendi dergisinde yayınlamıştır. Filmin konusuda Kürt ve Ermenistan sorunlarına karşı iyimser bir bakış açısı getirmektedir. Bütün bunların yanında Ayşegül Sönmez Cenovada G8 eylemlerine deneyimci olarak katılır.  Ardından gazetecilik yaşamına bu tecrübeleriyle devam eder. (cenova italyanın tarihi liman kentidir. Bu eylemlerin içeriğiyle ilgili şunları söyleyebiliriz; cenova G8 eylemleri kapitalist iklim zirvesine konulardan oluşur. Küresel kapitalistleşmeye karşı duruş, soyal ekolojist dönüşüm gibi temel küresel iklim sorunlarına karşı duyulan duyarlılıklarla kendini eylemci bir dille ifade eden eylemler bütünüdür.)

         Ayşegül Sönmez’in akademi hayatı şöyle başlar; Marmara GSF’ye girer ve sanat tarihi dersini bilinçli bir şekilde özellikle seçmez. Ona göre sanat tarihi çağ’a cevap veremiyordur. O da statik olmamak adına kendisine neyin daha yararlı olabileceğini sorar ve sağlam bir düşünceyle resim eğitimi almaya karar verir.resim eğitimi üzerinden teori yazısını sürdürmeye devam eder. Ardından Marmara GSf’ye  yüksek lisans başvurusunda bulunur. Hüsamettin Koçam’ın öğrencisi olur ve Mürteza Fidan’ın atölyesinden mezun olur. Marmara GSF’nin yüksek lisans yaptığı dönemde bir proje üretir. Performans olarak değerlendirilen Pazar görünümünde sergi açar. T-shirtlerin üzerine alman felsefeci Theodor Adorno’nun resimlerini bastırır ve  “bir alana bir bedava” sloganıyla pazarcı ağzıyla bağırır. Bunuda performans niteliği olarak açıklar. Buradaki amaç düşünce adamlarına olan kızgınlıktır. O dönemde bu adamların yazılarından alıntılar olmadan yazı yazılamıyordur. Bu da bu düşünceyi kırmak ve alaya almak adına öyle bir proje gerçekleştirir.

Yüksek lisans eğitimi alırken Hüsamattin Koçamla tez çalışması yapıyor. Tez konusu “ modernizme karşı moderndir.”  Tezin içeriği modernizme karşı modern başlığı altında 1908-1954 yılları arasında Türkiyenin kültürel modernleşmesinin plastik sanatlar alanındaki etkileri arasında yorumlar getiriyor. Şu sırada hala aynı fakültede doktora eğitimi alıyor ve tez aşamasındadır.

Sönmez sanat eleştirmenliği yaparken popüler kültürden bolca beslendiğini kliplerden,sinemadan ve öğrencileriyle sergi gezmenin oldukça yararlı ve besleyici olduğunu ,edebiyattan  özelikle fazladan yararlanıyor bunun müzikle ilgilendiğini ve son 1 kaç yılda klasik çağdaş müziği dinlemeyi tercih ettiğini bunula ruhunu beslediğini söylüyor,,

Eleştirme esnasında hedef belirlemenin havada kalan bir düşünce olduğunun altını çiziyor ve beğendiği önemli isimler arasında KATE MİLLET ve ZEYNEP SAYIN’ı sıralıyor.kate millet in cinsel politika isimli kitabında Sovyetlerde kadını inceler ve yazısında ayrıca nazi almanyasını eleştirir,Sovyetlerde ataerkil gerici bir durumun olduğunu söyler..kate millet adebiyat fakültesi mezunudur,cinsel politika teziyle doktorosunu tamamlamıştır,1966 yılında kadınlar ulusal örgütü komite üyesidir..bunun yanında diğer bir isim olan ZEYNEP SAYIN imgenin pornografisi kitabının yazarıdır İstanbul üniversitesi edebiyat fakültesinde hocalık yapıyor ,kitabında imgeler hangi koşullarda pornografikleşirler,nezaman teşhircileşirler ,teşhircilik geleneği diye bir şey varmıdır  gibi soruları açıklamalı olarak anlatır .imgenin pornografisi Zeynep sayının başlangıçta kendisine varoluş problemi olarak sorduğu sorular çerçevesinde gelişiyordur,imgenin henüz bir sanat olmadığı çağlardan roma ölü maskelerinden ,Bizans ikonalarından ,Anadoludaki yazı resimlerinden kalkarak 20.yüzyıl başlarına ,oradanda günümüze kadar gelen yolu katederken hep bu soruların peşindedir….

Ayşegül Sönmez projelerinde sanatla sivil toplumu bağdaşlaştırmak amacıyla kadın sanatçılarla ilgileniyor. Örneğin pera müzesinde, Akbank galerisinde performans söyleşileri yapıyor. Projelerini ve performanslarının niteliğini şöyle değerlendiriyor;  “ben Duygu Asenanın mirasçısı olarak kendimi görüyorum. Bu sebepten dolayıda kadın sanatçılarla özel olarak ilgileniyor, Türkiyenin sembolik kadın sanatçılarıyla canlı söyleşiler yapıyorum.  Bütün bunların yanında namus oyunları festivalinde çalışıyor. Ordada performans söyleşileri yapıyorum.

Ayşegül Sönmezin “haksız tahrik” adlı bir sergi kitabı vardır. Kitabın içeriği şöyledir; kadınlar tarafından yapılan sanat ile cinsiyet olguları arasında mutlaka bir ilişki varmıdır? Feminist sanatçılar tanım gereği feminist sanat yaparlarmı? Feminist olduğunu inkar eden yada bu konuda suskun kalan bir kadının sanatı feminist sanat sayılabilirmi? Peki erkek sanatçılar feminist sanat üretebilirler mi? Psiko-analitik anlamıyla cinsel farklılığın işleyişini araştıran sanat feminist sanata girer mi? Gibi sorurlarla başlayıp devam eden düşüncelerin açıklandığı bu kitapta çeşit çeşit feminist kavramlar manzaralaştırılmıştır. Herbiri ataerki bir kültürde kadın olmanın anlamına ilişkin samimi ve sahici cümleler içeriyor.bu cümleler kadın olma koşulları ve deneyimini vurguladıkları kadar cinsiyetin aynı zamanda toplumsal bir inşadan ibaret olduğunu deşifre ediyor.

Sorular:
1.    18 yüzyıl öncesinde sanat eleştirilirken ahlaki, güzellik ve gerçekçilik kavramları çerçevesinde değerlendiriliyordu. Fakat 19. Yüzyıldan sonra sanattaki gelişme ve değişimlerin gerçekleşmesiyle yeni bir eleştiri dili ortaya çıktı. Bu dili oluşturan etkenler arasında neleri sıralayabilirz?

-içinde yaşadığımız çağı özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz; bulunduğumuz çağın koşulları, araçları değiştikçe o dönemde üretilen sanata bakma, görme ve değerlendirme  biçimleride değişiyor.  Siyasi ve eknomik politikayla beraber sanatçının üretimide şekilleniyor. Koşullar kadar araçlarında önemi büyük bu arada teknolojinin gelişimi önemli bir faktör. Ben öğrencilerime soruyorum; kaç ekran taşıyosunuz hayatınızda? Bu soruyu sormamın sebebi görme biçimlerimizi ve bunun beraberinde sanat üretiminide belirliyo olmasından kaynaklanıyor. Çoğumuzun çok ekranlı bir hayatı var. Evimizdeki televizyon, telefonumuz, bilgisayarımız vs. hayatımızdaki yaşam alanımızı oluşturan bu araçlar, üretilen imgeyi değerlendirme biçimimizide şekillendiriyor.

2.Bir sanat eleştirmeni olarak günümüz çağdaş sanatı hakkında kısaca düşüncelerinizi alabilirmiyiz?

- Çağdaş sanat şuanda yapılandır. Ve şuanda yapılanın bizi çevreleyen her şeyden bağımsız olduğu asla düşünülemez. Bu çağdaşlıktır. Ama 12. Ve 14. Yüzyıla ait küçük bir minyatürden bir sayfa yada toprak altı bir eserin hala tanıtamayacağımız kadar çağdaş olduğunu ve hala bugün için bize bir şeyler söylediğini görüyoruz. Işığı sönmeyen ve hala devam eden her şey çağdaş sanat olarak kabul edilebilir.

3. Günümüzde sanatın kültür, reklam endüstrilerinin malzemesi haline getirilişinden sanat eleştirisi nasıl etkilenmektedir?

-Günümüzde sanatçı kendisini yalnız hissediyor. Çünkü piyasa çok acımasız. Değerleri çok vahşi. Ve sanatçının piyasayla işi olmaz çünkü onlar kültür emekçisidir. Ve bu bağlamda piyasa değerleriyle kaynaşma gibi bir durumu söz konusu olamaz. Sanatçı çatışmayı esas almalıdır. Çünkü çatışma esastır, diranç alanı yaratmak esastır. Bir sanatçının,  bir yazarın görevide budur. Piyasa kendi değerlerini dayatmaya çalışır. Zaten dadaizmde bu yüzden çıkmıştır. Adorno şöyle söylüyor; sanatın metalaşma sürecindeyiz. Sanatın metalaşma sürecinde metalaşmış bir şey ürettiğimizde bunun bilincinde dahi olsak yinede bunun yanında direnç alanları oluşturmak mümkün. Piyasa değerlerinin sanatçının üretimlerini belirlediği bir gerçek ama bu gerçeğin karşısında teslimiyetçi olmamalı direnç alanları yaratmaya çalışmalıyız.

4.yazarlar güçsüzlerin gücümü olmalıdır? Şayet durum böyle ise eleştiriye ihtiyaç duyan eser güçsüz olduğu için mi eleştiriye ihtiyaç duyar yada onunla beslenir?

-Bu anlamda görünür ve görünür olmayandan bahsedebiliriz. Ve zaten görünür olan bir şeyin eleştiriye ihtiyacı varmıdır? Aslında ayrım olmaksızın güçlü-güçsüz görünür ve görünür olmayan bir yazının bir okumanın Bir sanat eserine yada o işin sanatçısına çok şey katacağını düşünüyorum. O işi zenginleştirebilir. Görünmeyen bir şeyi görünür kılabilir. Ve herhangi bir duyguyu yüzeye çıkartabilir. Sanatçının imgeler sözlüğünü zenginleştirmek adına eleştirenin çok önemli bir yeri var. Ama maalesef Türkiyede bu yanlış anlaşılıyor. Bir eseri olduğu gibi okumanın dışında gerçek anlamda eleştiri yaptığımız zaman kişisel bir garezden kaynaklandığı düşünülüyor ve ilkel bir noktaya geliniyor. Vahşi bir piyasamız var ve buna rağmen eleştiriyi kaldıracak kültür dünyası insanlarına sahip değiliz. Edebiyat dünyası ise daha eski bir gelenek olduğu için edebiyat dünyasını daha olgun buluyorum.


PERA MÜZESİ

2005 Haziran ayı başlarında kapılarını İstanbullulara açan Pera Müzesi, Suna ve ve İnan Kıraç Vakfı'nın, kentin bu seçkin noktasında, çeşitli düzeylerde kültür hizmeti vermek amacıyla hayata geçirmeye başladığı geniş kapsamlı bir kültür girişiminin ilk adımıdır. Bu projede bir 'müze-kültür merkezi' işlevini üstlenecek Pera Müzesi için, 1893 yılında mimar Achille Manoussos tarafından İstanbul'un gözde semti Tepebaşı'nda inşa edilen, yakın zamanlara kadar da "Bristol Oteli" adıyla tanınan tarihi yapı Mimar Sinan Genim tarafından tümüyle elden geçirilerek çağdaş donanımlı bir müzeye dönüştürülmüş ve İstanbul halkının hizmetine sokulmuştur. 

Pera Müzesi'nin başlıca bölümleri: Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın üç özel koleksiyonunun sergilendiği 1. ve 2. müze katları (2. kat: Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi); çok amaçlı sergi salonları (3. 4. 5. katlar), oditoryum/fuaye (bodrum kat) ve giriş katında yer alan Resepsiyon,Perakende-Art shop, Peracafé gibi mekânlardır.

Müze katlarından ilkinin büyük bölümünü kaplayan Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri Koleksiyonu, eski çağlardan günümüze Anadolu'da kullanılagelmiş ağırlık ve ölçü birimlerinin, çeşitli malzeme ve tekniklerde üretilmiş tartı ve ölçü aygıtlarının seçkin örneklerini, tarih ve arkeoloji tutkunlarına sunmakta; aynı katın başka bir kanadında sergilenen Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu, bu türün çarpıcı güzellikteki parçalarıyla kültür tarihimizin çok iyi tanınmayan bir yaratı alanına yeni ışıklar tutmayı amaçlamaktadır.




Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın üç yüzü aşkın tablodan oluşan Oryantalist Resim Koleksiyonu'ysa 17. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına uzanan bir dönemde Osmanlı dünyasından esinlenmiş Avrupalı "oryantalist" ressamların önemli yapıtlarını biraraya getiren zengin bir koleksiyondur. İmparatorluğun son iki yüzyılından çok geniş bir görsel panorama sunan bu koleksiyonda, sanat tarihçilerinin tek 'yerli oryantalist' saydığı Osman Hamdi Bey'in yapıtları ve ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu da yer almaktadır. Koleksiyon, bir süre önce yitirdiğimiz Sevgi-Erdoğan Gönül çiftinin özel koleksiyonlarından birçok tabloyu da kapsamaktadır ve müzede onların adını taşıyan Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi'nde, uzun süreli tematik sergiler çerçevesinde, bölüm bölüm sergilenecektir. Bu sergilerden Haziran 2005 başında açılan ilki, İmparatorluktan Portreler başlığını taşımakta ve kolleksiyondaki padişah, şehzade, sultan, büyükelçi portreleriyle, değişik dönemlerden, değişik sınıflardan insanları betimleyen, genel anlamıyla 'portre' niteliğindeki tablolardan oluşmaktadır. 

Aile koleksiyonlarını sergilemeye yönelik bu 'özel müze' işlevinin yanı sıra Pera Müzesi'nin, gerek çok amaçlı sergi salonları, gerekse oditoryum/fuaye ve konuklama mekânlarıyla kentin bu çok canlı bölgesinde çağdaş bir kültür merkezi işlevi kazanması ve değişik içerikli sergilerle olduğu kadar, sözlü ya da görsel etkinliklerle de İstanbullulara geniş bir kültür hizmeti vermesi öngörülmektedir

Suna ve İnan Kıraç Vakfı

Suna ve İnan Kıraç Vakfı; Suna Kıraç, İnan Kıraç ve İpek Kıraç tarafindan 27 Ekim 2003 tarihinde, Türk toplumuna yararli ve yurtsever vatandaşlar yetiştirilmesi için, kişi ve kurumlara maddi ve manevi imkanlar sağlamak, toplumsal hayata katkıda bulunmak ve bu dogrultuda eğitim, kültür, sanat ve sağlik alanlarinda faaliyetlerde bulunmak amaciyla kurulmuştur.

Vakıf, eğitim alanındaki hedeflerini gerçekleştirmek üzere; yardıima ihtiyacı olan yetenekli öğrenciler ile eğitim ve öğretim kurumlarına gerekli görülecek her türlü yardımı yapmakta, burs eğitim ve araştırma gibi imkanlar sağlayarak destek vermektedir.

Vakıf, kültür ve sanat alanında; tarih, sanat, kültür ve bilim müzeleri ile her türlü sergi mekanları, araştırma ve uygulama merkezleri, kütüphaneler ve enstitüler açmaya ve işletmeye, koleksiyonlar oluşturmaya ve bunları sergilemeye yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır. Vakıf’in bu alandaki faaliyetleri arasında inceleme, araştırma ve kamuoyu yoklamaları yapmak veya yaptırmak, dünyadaki çeşitli müzeler, vakıflar, sergi merkezleri, araştirma ve uygulama merkezleri, kütüphaneler, enstitü ve kuruluşlarla işbirligi yapmak da yer almaktadır.

Geçmiş Sergiler:

2011

Gelman Koleksiyonu'ndan Frida Kahlo ve Diego Rivera

Çarlık Rusyası'ndan Sahneler: Rus Devlet Müzesi Koleksiyonu'ndan 19. Yüzyıl Rus Klasikleri

2010

Csontvary "Macar Resminin Sıradışı Bir Ustası"

Japonya Medya Sanatları Festivali İstanbul'da

Ikuo Hirayama: Türkiye, Doğu'yla Batı Arasında Bir Kültür Kavşağı

Botero

Picasso – Suite Vollard Gravürler

Hippodrom/Atmeydanı

İstanbul'un Tarih Sahnesi

2009

Yaşam ve Aşk: Baskı, Desen ve Resimler

Octet: New York, School of Visual Arts’dan Seçme Yapıtlar

Osmanlı Donanmasının Seyir Defteri: Gemiler, Efsaneler, Denizciler

Victoria ve Albert Müzesi’nden Dünya Seramiğinin Başyapıtları

Mekteb-i Sultani'den Galatarasay Lisesi'ne Ressamlar

Akira Kurosawa: Desenler



2008

Doğu'nun Cazibesi

Baykuşun Kareleri

Kolaj Dekolaj

Maeght Koleksiyonu’ndan Baskılar, Resimler ve Heykeller

Josef Koudelka

2007

JPMorgan Chase Sanat Koleksiyonu’ndan Modern ve Çağdaş Eserler

20. Yüzyıl Ustalarından Viyana Katedral ve Başpiskoposluk Müzesi Otto Mauer Koleksiyonu’ndan Bir Seçme

İşleyen Mekan  Yıldız Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi
2006 - 2007 Öğrenci Projeleri Sergisi”
  Pirosman Kariye Sur, Kubbe, Kemer  Osmanlı Fotoğrafçılarının Gözüyle Bizans İstanbulu”

Ali Emiri Efendi “Millet Yazma Eser Kütüphanesi’inden bir seçme ALİ EMÎRÎ EFENDİ VE DÜNYASI Fermanlar, beratlar, hatlar, kitaplar”

Chermayaeff Kolajlar  Ivan Chermayeff: Kolajlar ve Küçük Heykeller”

Chermayeff & Geismar “Chermayeff & Geismar: Son 50 Yılın Amblem, Logo ve Tasarımları”
                                                                                      2006 
Konstantinniyye'den İstanbul'a

Rembrandt

EL/LE

Profiller

Kadınlar, Resimler, Öyküler

Henri-Cartier Bresson

Avcı Mehmed

2005

Camaltında Devri Alem

Jean Dubuffet

Genç Açılım


CANAN BEYKAL

Canan Beykal 1972 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim bölümünü bitirir. 1977de aynı kurumda “kolajın yağlı boya resminden özerkliği” konulu teziyle yeterlilik derecesini alır. Bunun devamında 1981 yılında Avusturya bursuyla gittiği sarzbuk yaz akademisinde “deneysel sanat atölyesinde mario merz “ ile çalışır. O dönemlerde  Türkiyede  kavramsal sanat ve yerleştirme türlerinde oluşturduğu çalışmalarını bağımsız olarak sürdüren sanatçı;  öncü  türk sanatından bir kesit ve ABCD sergileri içinde sürekli yer alan bir üye olmuştur.

Sanat çalışmalarının yanında çeşitli gazete ve dergilerde sanat eleştirmenliği yapmış sanat tarihi ve kuramı üzerine yazılar yazmıştır.  Sanatçı 1981 yılında devlet güzel sanatlar galesinde izimler adlı çalışmasını sergiler. Mekanı duvardan yer döşemesine kadar kaplayan kağıt şerit üzerine beykalın lastik tamponlarla yazmış olduğu kavramlar bulunmaktadır.  Bu kavramların ses bandına düzden ve tersten okunmuş üst üste bindirilmiş ses miksajı galeriye yansıtılmıştır. Kavram ve anlamların seyirciyle buluşma noktasında sergi tamamlanmaktadır. 

1985 yılında olan Bir başka sergisinde  ise ikinci öncü Türk sanatından bir kesit kapsamındaki sergiye 8 parçalık bir bütün çalışmasıyla katılan sanatçı, dönemin çokça eleştirilen sergisinde olumlu eleştiriler alır. Çalışma sanatçının 8 adet Osman Hamdi tablosunun arka yüzünü gösteren fotoğraflar üzerine altın yaldızla püskürttüğü boyalarla bu resimlerin demirbaş numaralarını yazmasıyla oluşturulmuştur.  Canan Beykal bu kodlamalarla izleyiciyi bir tür inceleme eylemi içerisine sokmaya çalışmaktadır. İzleyici çalışmanın karşısındaki  kendince yaptığı değerlendirmesine müdahale etmek amacıyla sanatın ne olduğunu veya neler olabileceği üzerine sorularını sormaya yönlendirmektedir.  Ve Canan Beykal bu işinden 18 yıl sonra 2003’te Osman Hamdi ve sanatı üzerine “Osman Hamdi süpermenmiydi?” başlıklı bir makale yayınlar.  Sanatçı 1987 yılında öncü türk sanatının bir kesit sergisinde yer alan  “ellams duplicator patent 1987” adlı çalışmasında 1924 yıl İngiliz model fotokopi makinasını hazır nesne olarak kullanmıştır. Sanatçının işi sergi kataloğunda şöyle anlatılıyor; “Yaşamı kendisi kadar dolaysız ilkel ve gerçek sanattan yanayım. “ sürekli tanımlanan sanatsala varmak için soyutlanmış bir sanatçı profilinden kendimi arındırmak. Yaşamın ve doğanın kendisi gibi çalışmalarımı saf ve yalın bir hale dönüştürmek istiyorum. Sanatın yaşamın kendinden doğduğunu ve sanat yapmak için bundan daha etkili bir neden olmayacağını düşünüyorum diyor. Bu sebeple çevremi izliyor, olaylara kayıtsız kalmamaya özen gösteriyorum. Yaptığımın toplumsal bir davranış göstergesine dönüşmesine önem veriyorum. Sanat pazarı için bir şey üretmiyorum.  Eleştirmenlerin beğenisi  yada yargısı benim için önemli değil etrafımı çeviren nesneler benim için önemlidir. Onlarla benim aramdaki zaman boyutunu onların benim için yükledikleri anlamı Önemsiyorum. Diyerek sanatçı sanat için düşüncesini  tamamlıyor.
Sanatçının diğer işlerinin kısa kısa isimlerini vererek geçiyorum;
1988 öncü türk sanatından bir kesit sergisinde “isimsiz” adlı çalışmasıyla  Canan Beykal yer almaktadır.
1989 yılında ise “10 sanatçı 10 iş” sergisine Beykal text-tual ve kara kutular çalışmasıyla katılır. Bir çok işinde kulandığı gibi belgeler metinler ve sözcüklerle bilgi aktarım yolunu seçer. Çalışmaların içeriği şudur;
1.     Kutuda Beykalın mühürlenmiş metinleri,
2.     Kutuda ise intihar eden yazarların metinleri ( von kleist),
3.     Kutuda hitlerin goebels ve marinetti’nin özgün ses bandları bulunmaktadır.
İşin amacını açıklayan düşünce ise  şudur bu işinde insan soyunda var olan ancak sürekli gizlenen ama alttan altada üreyen yıkma ve yok etme güdüsünün toplumda bireye empoze edilmesini ve sonucundada bireyde ortaya çıkmasına neden olan siyasi ruhsal ve ahlak kavramlarının ortaya çıkarttığı yanılsama durumlarına karşı bir temel arayan ve bu temelde sözü edilen metinlerden yola çıkılarak yan yana getirdiği yıkımlar arası ilişkileri sorguluyor.
2001 yılında sergilenen diğer bir çalışması ise “ben bir başkasıyım” adlı çalışmasıdır. Canan Beykal ve Melik Görgülü tarafından kammunal galerisinde berlinde sergilendi. Bu ortak proje Vietnam Bosna hersek, Yahudi kamplarındaki belgesel nitelik taşıyan savaş içinde görüntülenmiş çocuk fotoğrafları arasına bu iki sanatçının çocukluk fotoğraflarının dijital kolajıyla birleştirilmesinden oluşturulmaktadır. Sanatçıların ben kavramlarının ortadan kaldırıldığı, ölüm, savaş ve çocuk kavramlarının boşlukta kalan aidiyetsizliği üzerine yapılandırdıkları çalışmaları bir takım görüntü eşliğinde sunulmuştur.
Sanatçıyla yapılan söyleşimizde şöyle bir soru soruyoruz;
1-Ancak bir yapıtın sanat eseri olabilmesi için ona biçimlen sanatsal değerlerin sanatsal değer olarak önceden onaylanmış bir modele, modellere estetik olarak örneklenmiş, bir öncekine benzemesi ön koşuldur… şeklinde düşüncenizi belirtmişsiniz sizce böyle bir yaklaşım sanata ve özgür düşünceye aykırı bir bakış değilmidir?
Sanatçının bize verdiği cevapsa şudur;
-Bunları söylerken sanatçı geleneksel tablo sanatı üzerine olan düşünceleri aktardığını söylüyor  “Tablo sanatına yaklaşımınızda bir modeliniz vardır,Bir sanatsal modeliniz vardır  ve Sanat anlayışınızı sanat kavramınızıda ona oturtmanız gerekiyor. Bizler kendi kendine oluşmuş her hangi bir şeye sanat demiyoruz. Sanat dediğimiz kavramın oturması gereken kuralları ve nosyonların belirleyiciğine izlenmesi gereken tutum ve yol olmalıdır ve  Bu üslüptur.  Bu üslübun pentur sanatında daha önce kabul görmüş ve sizin içinde önemli değerler taşıyan modellere benzemiş olması gerekir. Çünkü bu bir düşünü değildir. Pentur sanatında asıl aranan üsluptur. Daha önce denenen üsluplardan yola çıkarak kendi üslübunuzu oluşturmak zorundasınız.”diyerek sorumuzu cevaplıyor..
2-Kavramsal sanat üzerine konuşmalarında sanatçı kavramsal sanatla olan ilişkisini şöyle anlatıyor;
-Yapmış olduğu resim çalışmalarında kendisini ifade etmesi açısından bir şeylerin yetmediğini yani şase sanatının yeterli olmadığını hissediyor. Ve yeni arayışlara giriyor. Kavramsal sanatla tanıştığındada bunu kendisini ifade etmek için kullanabileceği iyi bir dil olarak görüyor. Yani kavramsal sanat varda kavramsal sanat yapalım demedik diyerek bu cümlenin altını önemle çiziyor. Dünyayla aralarındaki sorunlara eleştirel bir yaklaşım kavramsal sanatla sağlanabileceği için kavramsal sanata bilinçlice bir yönelişin söz konusu olduğunu söylüyor. Kavramsal sanatın o dönemin ruhu olduğundan bahsedip ilk defa bu sayede dünyayla aynı dili konuştuklarını dile getirdi. Türkiyeye kavramsal sanatın gelmeside 1975’ler değilde 1985’lere denk geliyor. Canan Beykalda kavramsal sanat işlerini o dönemlerde sergilemeye başlıyor. Sanat kadını topluluğu ve ABC sergilerinde kavramsal sanatçılar olarak ilk defa bir araya geldiklerini birbirlerini bulduklarını  söylüyor. Geleneksel sanata tavır olarakta galerilerin yatırım objesi olarak gördükleri bir sanat üretmemeye çalışıyorduk. Boya resminden vazgeçmiştik. Buda bizim ifade olanağımızı değiştirmemizde yardımcı olmuştu. Tual resminin temel sorunu satılık mal olma ihtimalinin önüne geçememesidir. Bizler 1985’lerde geleneksel sanat anlayışı dışında bir şeyler yapmaya karar verdik. Şase sanatını reddettik. Amacımız; eskilerden beri gelen bu oluşumu kırmak ve eritmekti, bunu yaparkende kavramsal sanattan yardım aldıklarını söylüyor.
3- 1981’deki “izm”ler sergisinde duvardaki yazılı sözcüklere eşlik eden sesinizin izleyeni müthiş bir bombardımana uğrattığından bahsettiniz. Böyle bir işi nasıl hazırlandığını anlatırmısınız?
-duvar kağıdını Şadi Çalık vermişti. Evini kaplattığı, artıklardan kalan  koca bir rulo duvar kağdıydı. Bununla yapılacak şey neyse onu yaptım, lastik tamponlarla üzerine yazılar yazdım  Bazı kavramlar,Kemalizm ,liberalizm ,faşizm ve komünizm  gibi  Bunları düzden ve tersten iki kez banda okuyarak  Ali Taygun’unda  bu sesleri üst üste bindirmede ve kesintisiz kaydetmede yardımcı olur. Stüdyo ortamındaki  gibi iyi bir kalitede  mix  hazırlanmış,,Hazırlık sürecini İsa Çelik fotoğraflamış. Amacı; karşıt kavramaları bir arada kullanarak. Birbirini öldürdüğüyle ilgii denemeydi.
4- kavramsal sanat size amaçladığınız neyi sunabiliyorken diğerleri bu kadar yeterliliğe sahip değildir?
-Resim yapan insanlara çok saygım var.  Herkesin kendini ifade edebilme yeteneği farklıdır. Normal resim yapanlar kendi içlerinde bir reabilitasyon yaşarken kavramsal sanatçılar daha çok araştırma, düşünme ve maddi harcamada bulunmak zorundadır. Bir kavramsal sanatçı olarak derdinizi anlatmaya ihtiyaç duyarsanız sanat yaparsınız ve bu yaptığınıza ihtiyaç duyulursa üretmeye devam edersiniz.