AYŞEGÜL SÖNMEZ
Ayşegül sönmez 1975 doğumlu gazeteci, sanat eleştirmeni, AICA uluslar arası sanat eleştirmenleri derneği başkanı ve sanat felsefe dalında Kyoto üyesi çağdaş sanat dersi veren bir öğretim görevlisidir. Sönmez, sanatsal manada yazı yazmaya 17 yaşında başlar. Babasının galerisi vardır bu sayede Sönmezde kendini sanatın içerisinde iyi bir şekilde yetiştirir. Okul döneminde İtalyan dili ve edebiyatı bölümünü okur. Orta çağda iş tarihi üzerine çalışmalar yapar. İlk olarak Duygu Asenayla çalışmaya başlar. Bu sayedede gazetecilik tekniğini ilerletmek için iyi bir fırsat yakalar. Duygu Asenayla aralarındaki uzlaşma sırasında feminizm ile tam olarak o zaman tanışır. Ve o dönemin (1996-1997) özel bir dergisi olan “kim” ve ardından “kadınca” dergilerinde yazmaya devam eder. Bunun ardından düzenli olarak Güzel sanatlar dergisinde yazmaya devam eder. Yazarlık hayatının başlangıcında Duygu Asena çok önemli bir isim olmuştur. Asenanın desteklerinden bolca yararlanmıştır.
Makalelerini hazırladığı dönemde bir yazar olarak “ben” kelimesini” ben buradayım, ben şuradayım” gibi birinci tekili kullanmak yeni ve alışılmadık bir şeydir. Fakat Sönmez bunları sıkça kullanmaya başlar devamda ettirir. “negatif dergisinde” ekibin içinde bulunur. Güzel sanatlar için ayrılmış sayfalarla ilgilenir. Derginin konularının içeriğiyse yaşam kültür üzerine derleniyordur. Genel amaç daha çok gençlerin bakış açılarını değerlendirmek, dergiyi gençlerin dergisi yapmaktır. Sanatsal anlamda ilk örnek dergi bu dergidir. Popüler kültür ile sanatçılar arasında bağ kuruyordur, derginin kapanmasından sonra milliyet sanatta yazmaya başlar. Böylece daha geniş kitlelere seslenme fırsatını yakalar. O dönemlerde yönetmenlerden köşe yazarı olması konusunda iyi teklifler alır. o da bu teklifleri değerlendirir. Özel haber dergisinde yazıları yayınlanmaya başlar. Siyasi ağırlıklı bir dergidir. Sönmez bu zamanlarda derginin içeriği gereği Ermenistan’a gitmiş bir dizi çekmiştir. Gazeteci Hırant Dink bu diziyi kendi dergisinde yayınlamıştır. Filmin konusuda Kürt ve Ermenistan sorunlarına karşı iyimser bir bakış açısı getirmektedir. Bütün bunların yanında Ayşegül Sönmez Cenovada G8 eylemlerine deneyimci olarak katılır. Ardından gazetecilik yaşamına bu tecrübeleriyle devam eder. (cenova italyanın tarihi liman kentidir. Bu eylemlerin içeriğiyle ilgili şunları söyleyebiliriz; cenova G8 eylemleri kapitalist iklim zirvesine konulardan oluşur. Küresel kapitalistleşmeye karşı duruş, soyal ekolojist dönüşüm gibi temel küresel iklim sorunlarına karşı duyulan duyarlılıklarla kendini eylemci bir dille ifade eden eylemler bütünüdür.)

Ayşegül Sönmez’in akademi hayatı şöyle başlar; Marmara GSF’ye girer ve sanat tarihi dersini bilinçli bir şekilde özellikle seçmez. Ona göre sanat tarihi çağ’a cevap veremiyordur. O da statik olmamak adına kendisine neyin daha yararlı olabileceğini sorar ve sağlam bir düşünceyle resim eğitimi almaya karar verir.resim eğitimi üzerinden teori yazısını sürdürmeye devam eder. Ardından Marmara GSf’ye yüksek lisans başvurusunda bulunur. Hüsamettin Koçam’ın öğrencisi olur ve Mürteza Fidan’ın atölyesinden mezun olur. Marmara GSF’nin yüksek lisans yaptığı dönemde bir proje üretir. Performans olarak değerlendirilen Pazar görünümünde sergi açar. T-shirtlerin üzerine alman felsefeci Theodor Adorno’nun resimlerini bastırır ve “bir alana bir bedava” sloganıyla pazarcı ağzıyla bağırır. Bunuda performans niteliği olarak açıklar. Buradaki amaç düşünce adamlarına olan kızgınlıktır. O dönemde bu adamların yazılarından alıntılar olmadan yazı yazılamıyordur. Bu da bu düşünceyi kırmak ve alaya almak adına öyle bir proje gerçekleştirir.
Yüksek lisans eğitimi alırken Hüsamattin Koçamla tez çalışması yapıyor. Tez konusu “ modernizme karşı moderndir.” Tezin içeriği modernizme karşı modern başlığı altında 1908-1954 yılları arasında Türkiyenin kültürel modernleşmesinin plastik sanatlar alanındaki etkileri arasında yorumlar getiriyor. Şu sırada hala aynı fakültede doktora eğitimi alıyor ve tez aşamasındadır.
Sönmez sanat eleştirmenliği yaparken popüler kültürden bolca beslendiğini kliplerden,sinemadan ve öğrencileriyle sergi gezmenin oldukça yararlı ve besleyici olduğunu ,edebiyattan özelikle fazladan yararlanıyor bunun müzikle ilgilendiğini ve son 1 kaç yılda klasik çağdaş müziği dinlemeyi tercih ettiğini bunula ruhunu beslediğini söylüyor,,

Eleştirme esnasında hedef belirlemenin havada kalan bir düşünce olduğunun altını çiziyor ve beğendiği önemli isimler arasında KATE MİLLET ve ZEYNEP SAYIN’ı sıralıyor.kate millet in cinsel politika isimli kitabında Sovyetlerde kadını inceler ve yazısında ayrıca nazi almanyasını eleştirir,Sovyetlerde ataerkil gerici bir durumun olduğunu söyler..kate millet adebiyat fakültesi mezunudur,cinsel politika teziyle doktorosunu tamamlamıştır,1966 yılında kadınlar ulusal örgütü komite üyesidir..bunun yanında diğer bir isim olan ZEYNEP SAYIN imgenin pornografisi kitabının yazarıdır İstanbul üniversitesi edebiyat fakültesinde hocalık yapıyor ,kitabında imgeler hangi koşullarda pornografikleşirler,nezaman teşhircileşirler ,teşhircilik geleneği diye bir şey varmıdır gibi soruları açıklamalı olarak anlatır .imgenin pornografisi Zeynep sayının başlangıçta kendisine varoluş problemi olarak sorduğu sorular çerçevesinde gelişiyordur,imgenin henüz bir sanat olmadığı çağlardan roma ölü maskelerinden ,Bizans ikonalarından ,Anadoludaki yazı resimlerinden kalkarak 20.yüzyıl başlarına ,oradanda günümüze kadar gelen yolu katederken hep bu soruların peşindedir….
Ayşegül Sönmez projelerinde sanatla sivil toplumu bağdaşlaştırmak amacıyla kadın sanatçılarla ilgileniyor. Örneğin pera müzesinde, Akbank galerisinde performans söyleşileri yapıyor. Projelerini ve performanslarının niteliğini şöyle değerlendiriyor; “ben Duygu Asenanın mirasçısı olarak kendimi görüyorum. Bu sebepten dolayıda kadın sanatçılarla özel olarak ilgileniyor, Türkiyenin sembolik kadın sanatçılarıyla canlı söyleşiler yapıyorum. Bütün bunların yanında namus oyunları festivalinde çalışıyor. Ordada performans söyleşileri yapıyorum.
Ayşegül Sönmezin “haksız tahrik” adlı bir sergi kitabı vardır. Kitabın içeriği şöyledir; kadınlar tarafından yapılan sanat ile cinsiyet olguları arasında mutlaka bir ilişki varmıdır? Feminist sanatçılar tanım gereği feminist sanat yaparlarmı? Feminist olduğunu inkar eden yada bu konuda suskun kalan bir kadının sanatı feminist sanat sayılabilirmi? Peki erkek sanatçılar feminist sanat üretebilirler mi? Psiko-analitik anlamıyla cinsel farklılığın işleyişini araştıran sanat feminist sanata girer mi? Gibi sorurlarla başlayıp devam eden düşüncelerin açıklandığı bu kitapta çeşit çeşit feminist kavramlar manzaralaştırılmıştır. Herbiri ataerki bir kültürde kadın olmanın anlamına ilişkin samimi ve sahici cümleler içeriyor.bu cümleler kadın olma koşulları ve deneyimini vurguladıkları kadar cinsiyetin aynı zamanda toplumsal bir inşadan ibaret olduğunu deşifre ediyor.
Sorular:
1. 18 yüzyıl öncesinde sanat eleştirilirken ahlaki, güzellik ve gerçekçilik kavramları çerçevesinde değerlendiriliyordu. Fakat 19. Yüzyıldan sonra sanattaki gelişme ve değişimlerin gerçekleşmesiyle yeni bir eleştiri dili ortaya çıktı. Bu dili oluşturan etkenler arasında neleri sıralayabilirz?
-içinde yaşadığımız çağı özetleyecek olursak şunları söyleyebiliriz; bulunduğumuz çağın koşulları, araçları değiştikçe o dönemde üretilen sanata bakma, görme ve değerlendirme biçimleride değişiyor. Siyasi ve eknomik politikayla beraber sanatçının üretimide şekilleniyor. Koşullar kadar araçlarında önemi büyük bu arada teknolojinin gelişimi önemli bir faktör. Ben öğrencilerime soruyorum; kaç ekran taşıyosunuz hayatınızda? Bu soruyu sormamın sebebi görme biçimlerimizi ve bunun beraberinde sanat üretiminide belirliyo olmasından kaynaklanıyor. Çoğumuzun çok ekranlı bir hayatı var. Evimizdeki televizyon, telefonumuz, bilgisayarımız vs. hayatımızdaki yaşam alanımızı oluşturan bu araçlar, üretilen imgeyi değerlendirme biçimimizide şekillendiriyor.
2.Bir sanat eleştirmeni olarak günümüz çağdaş sanatı hakkında kısaca düşüncelerinizi alabilirmiyiz?
- Çağdaş sanat şuanda yapılandır. Ve şuanda yapılanın bizi çevreleyen her şeyden bağımsız olduğu asla düşünülemez. Bu çağdaşlıktır. Ama 12. Ve 14. Yüzyıla ait küçük bir minyatürden bir sayfa yada toprak altı bir eserin hala tanıtamayacağımız kadar çağdaş olduğunu ve hala bugün için bize bir şeyler söylediğini görüyoruz. Işığı sönmeyen ve hala devam eden her şey çağdaş sanat olarak kabul edilebilir.
3. Günümüzde sanatın kültür, reklam endüstrilerinin malzemesi haline getirilişinden sanat eleştirisi nasıl etkilenmektedir?
-Günümüzde sanatçı kendisini yalnız hissediyor. Çünkü piyasa çok acımasız. Değerleri çok vahşi. Ve sanatçının piyasayla işi olmaz çünkü onlar kültür emekçisidir. Ve bu bağlamda piyasa değerleriyle kaynaşma gibi bir durumu söz konusu olamaz. Sanatçı çatışmayı esas almalıdır. Çünkü çatışma esastır, diranç alanı yaratmak esastır. Bir sanatçının, bir yazarın görevide budur. Piyasa kendi değerlerini dayatmaya çalışır. Zaten dadaizmde bu yüzden çıkmıştır. Adorno şöyle söylüyor; sanatın metalaşma sürecindeyiz. Sanatın metalaşma sürecinde metalaşmış bir şey ürettiğimizde bunun bilincinde dahi olsak yinede bunun yanında direnç alanları oluşturmak mümkün. Piyasa değerlerinin sanatçının üretimlerini belirlediği bir gerçek ama bu gerçeğin karşısında teslimiyetçi olmamalı direnç alanları yaratmaya çalışmalıyız.
4.yazarlar güçsüzlerin gücümü olmalıdır? Şayet durum böyle ise eleştiriye ihtiyaç duyan eser güçsüz olduğu için mi eleştiriye ihtiyaç duyar yada onunla beslenir?
-Bu anlamda görünür ve görünür olmayandan bahsedebiliriz. Ve zaten görünür olan bir şeyin eleştiriye ihtiyacı varmıdır? Aslında ayrım olmaksızın güçlü-güçsüz görünür ve görünür olmayan bir yazının bir okumanın Bir sanat eserine yada o işin sanatçısına çok şey katacağını düşünüyorum. O işi zenginleştirebilir. Görünmeyen bir şeyi görünür kılabilir. Ve herhangi bir duyguyu yüzeye çıkartabilir. Sanatçının imgeler sözlüğünü zenginleştirmek adına eleştirenin çok önemli bir yeri var. Ama maalesef Türkiyede bu yanlış anlaşılıyor. Bir eseri olduğu gibi okumanın dışında gerçek anlamda eleştiri yaptığımız zaman kişisel bir garezden kaynaklandığı düşünülüyor ve ilkel bir noktaya geliniyor. Vahşi bir piyasamız var ve buna rağmen eleştiriyi kaldıracak kültür dünyası insanlarına sahip değiliz. Edebiyat dünyası ise daha eski bir gelenek olduğu için edebiyat dünyasını daha olgun buluyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder