Kosova, özellikle 90lı yılların çağdaş sanat dinamikleri ve sosyal teorisi üzerine eğilir. Türk Çağdaş sanat ortamını, sanatçıları,eğilimleri, sosyo-kültürel, politik ve ekonomik alanda Vasıf Kortun ile birlikte ele aldığı Scene Turkei: Abseits, Aber Tor! isimli kitap Walter Königyayınlarından Jahresring Serisi çercevesinde yayınlanmıştır. Kitabın içindeki türkce metinler, Ofsayt, ama Gol! blogadresinden okunabilmektedir. Kimlik, aidiyet, cinsiyet, ideoloji kavramlarını sorgulayan Kosova, yurt içinde ve yurt dışında seminerlere katılmıştır. Ayrıca 2004 yılında Kentin Kapılari Boyunca isimli K&S Galeri Berlin; Oda Projesi, İstanbul da gerçeklestirilen grup sergisinin küratörlüğünü yapmıştır.
Yazılarının yayınlandığıgazete, dergi ve kataloglar arasında;Birgün, Siyahi, Springerin, Frieze, Aydan Murtezaoglu üzerine duzenlediği Yakınlıklar Kaybolup Mesafeler Kapanırken bulunmaktadır.
SORULAR :
27 Ekim 2007’de düzenlenen‘Kamusal Alan,Güncel Sanat ve Siyaset’ adlı panelde konuşmacı olarak yer almıştınız.Konuşmanızın bir bölümünde Avrupa ve Türkiye’den örnekler vererek,neo-liberal sistem içerisinde milliyetçilik dozu yükselen kamusal alanlarda siyasal ve sanatsal jestlerin olabilirliği hakkında konuşmuşsunuz.Bize bunlardan bahseder misiniz?
Doktora tezim Güncel Sanat İçerisinde Milliyetçilik Eleştirisi idi.Tezim başlangıçta 90’ların 2. yarısından itibaren,Sovyetlerin yada Sosyalist bloğun çökmesinden sonra oluşmuş genel bir milliyetçilik anlayışının yükselmesi üzerine olmuştu.Özellikle Balkanlarda Yugoslavya ‘nın çözülmesi ,iç savaşla beraber Bosna,Arnavutluk,Kosova,Sırbistan…Bu coğrafya üzerinde Türkiye ile beraber yeni dönemin,bu benzer 3 coğrafya içinde yükselen gerilimin güncel sanata nasıl yansıdığını incelemek üzerine kuruludur.
Osmanlı dokusunun çözülmesini henüz tamamlanmamış olmasını görmek açısından,araya giren modernist dönemde Sosyalizm,Siyonizm,Kemalizm üzerinden tanımlanan modern ideolojiler bu gerilimleri bir ölçüde absorbe etmiş durumdalar.Ama sosyalizm çözülmesi ve siyonizmin krize girmesiyle birlikte bu coğrafyada etnik yapı üzerinden bastırılmış,tekrar ortaya dökülmeye başlayan gerilimler ortaya çıkmıştır.Üniter ve merkezi yapılar sallanmaya başlıyor.
Bu dönemdeki ayrışmalar güncel sanata gerçek anlamda etki etmeye başlıyor.Güncel sanat içerisinde bu şiddetin yoğunlaşmasına eleştirel bakan bir sanat anlayışı gelişmeye başladı.Güncel sanatın siyasallaşmaya başlaması küresel anlamda bu olaylarla eş zamanlıdır.Daha önce hep geriden gelen birşey vardı.Örneğin Kübizm,1915-10 larda Avrupa ‘da yayılmaya başlamıştı ancak 1930 larda Türkiyeye gelmeye başladı.Ama Avrupa’nın hemen önünde bulunan bu 3 coğrafyada,güncel sanatın siyasallaşması ile ilgili eşzamanlı birşey vardı.Balkanlar,Türkiye,Yakındoğu,Kıbrıs,İsrail-Filistin arasındaki problem yaptığım araştırmalarla ilgili…Milliyetçiliğin kullanılması ve eleştirilmesi ile ilgili işler yaptım.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın ‘Ateşin düştüğü Yer’ adlı sergisi …Onu hazırlarken şöyle bir manzara ile karşı karşıyayız: Sorunlu geçmişe sahip ülkelerde ,bu problemli geçmişle,yaşanan suçların bıraktığı etkinin diğer coğrafyadakilerden farklı yanları vardır.Örneğin Almanya’da Nazizm sonucu bütün geçmiş,halk ve devlet tarafından ortak olarak masaya yatırılmış,geçmişle hesaplaşmaya gidilmiştir.Devlet bunun için santçıları desteklemiş,onlara siparişler vermiştir.Sosyal demokrat pozisyonda devlet kurumları sanatçıları bu bağlamda desteklemişlerdir.Örneğin Alexandr Clast,Berlin’de zamanında Nazi’lerin komünist ve yahudi yazarların kitaplarını yaktıkları meydandaki çalışması.
Olayın olduğu noktayı belirler ve o kısma büyük bir oyuk açar.Büyük bir kütüphane oluşturabilecek bir mekan..Aşağıya bakıldığında büyük bir boşluk görülüyor ancak burasının boş bir kütüphane olduğu hissediliyor.Olmayan bir kütüphanenin orda olduğu ,kitap yakma eyleminin olduğunu insanlara hatırlatıyor.Burada devlete ait bir mekanizma bunu üstlenmiş durumda…
1992’den Türkiye’ de güncel sanat oluşması ve gelişmesi sürecinde çok belirgin bir siyasi tavır alınmış durumdadır.Anti-devletçi,anti-milliyetçi,cinsel kimlik politikalarında ataerkilliği eleştiren,kimlikleri daha fazla öne çıkaran bir anlayış oluşmuş durumda.Tüm bunlara rağmen diğer modellerin tersine Türkiye’de güncel sanat ne kadar politik olursa olsun bu durum sanatçılar tarafından içeriye pek yansıtılamamış durumda…Yani bunu kamusal alanda var edebilmiş değiller.Sanatçı çok politik bir işi üretebiliyor fakat bunu,bu alanda göstermeye çalışırken bazı problemler yaşayabiliyorlar.
Örneğin 90’ların ortasında Ayasofya’nın arkabahçesinde bir sergi yapıldığı için sergi basılması,Tophane Mahallesi’ndeki galerilere olan saldırılar..Benzer şekilde 1955 ‘te yaşanan 6-7 Eylül olaylarını gösteren fotoğraf sergisinin basılıp,fotoğrafların yırtılması gibi…Bunlara benzer yaşanan olaylar,sokaktaki performans sanatını olumsuz etkiledi.
Aslında bu tür çağdaş mekanlar,2003-2004’ten itibaren oluşmaya başladı.İçeride üretilenler Avrupa’daki sergilere gidiyor ama hitap etmesi gereken kitleye ulaşamıyordu.Sokağa çıkma isteği olmasına karşın,bir türlü becerememe durumu vardı.
Siyasetçilerin çözemediğini sanatçılar nasıl çözer?
Sanat 90’lardan sonra politizasyona gidiyor.Burada sanatçılar direk çözüm üretemez ama öncülük edebilme özelliği vardır.Ortada siyasal bir perspektif var.Örneğin BM gibi uluslararası örgütlerin acaba entellektüel çabalar üzerinden bir diyalog oluşturulur mu? Şeklinde görüşleri olabiliyor.Bu politik geçişi sadece sanatçının üretmesi imkansız. İnanç Çabaları, Yeşil Hat’ ta boş bırakılmış bir mekanda yapıldı.O mekana özgü çalışmalar boş evlerde,dikenli tellerle çevrili alanlara yapılmış işler vardı.Etnik çatışma üzerinden kurulmuş farklı işlere bakma açısından yaralı oldu.Bağımsız bir sergiydi..İki devletten birinden yardım alsaydık,gerçekleşemezdi.
Reel ve Kavramsal sanattaki mesafeler nelerdir?
Güncel Sanat dili nasıl bir dildir?
1917 li yılların ortalarında Marcell Duchamp,bir pisuarı alıp Çeşme olarak isimlendirdi.Bu yapıt sanat içinde son derece derin bir yarık oluşturuyor.Bunun öncesinde kübizmde kullanılan yapıştırma malzemeler,Duchamp ın o güne kadar sanat objesi olarak algılanmayan bir nesneyi bu amaçla kullanması endüstri devriminin sanat alanına gecikmeli bir etkisidir.Toplumda birbirine çok yakın görülen faaliyet alanları,Modernizm ile birbirinden ayrılmaya başlamıştır.Önceden sanat ve zanaat eşanlamlı kavramlardı.Daha sonra güzelsanatlar gibi söylemler çıkmaya başladı.Genel olarak ART kavramı altında resim-heykel-mimari toplandı.19.yy da güzelsanatların alanı gittikçe belirginleşmeye başladı.
El becerisinin üzerine yaratıcılık eklenerek akademiler
kuruluyor bu şekilde resim pek rekabet görmeden
ilerliyor. 19.yy da ekonomik ilişkiler ve altyapı ile
üstyapı arasındaki ilişkiler sonucunda gecikmeli
olarak sanayi devrimi mantığı modern sanatlarda ortaya çıkıyor. Fakat bunu kültüre olan etkileri avangard sanatla başlar. Endüstri devrimi, emeğini otomasyon anlayışı ile yokmetmiştir.Duchamp’ın işi buna örnektir.Burada el emeği olmadan üretilen bir obje sanat eseri olarak sunulmuştur.
Endüstriyel bir nesne , el emeği ile ilgili olmayan bir müdahale ile ortaya mental bir emek ortaya koyar.Burada seçme edimi sanatın kendisi haline geliyor.Bunlar bu dönemde ortaya çıkan avangard akımın ürünleridir. Sonra aradan biraz zaman geçiyor…Bunlar 1905 ile 1920 li yıllar arasında oluşmuş avangard akımın farklı akımlarla şekillenmiş halidir.Bir süre sonra avangard yoruluyor bu arada araya faşizm ve komünizm giriyor….50-60 lı yıllarda soyut sanat geliyor resimle…daha sonra 60 lı yıllarda birileri bu fikileri tekar hatırlayıpalıyıor,bazen hiç el emeği olmayan,bazen çoğunlukla dil üzerine kurulu yapıtlar üretmeye başlıyorlar.Kavramsal sanat bu mirasın üzerine kuruludur.Yani kavramsallığa yer veren sanattır.
Güncel Sanat dili nasıl bir dildir?
1917 li yılların ortalarında Marcell Duchamp,bir pisuarı alıp Çeşme olarak isimlendirdi.Bu yapıt sanat içinde son derece derin bir yarık oluşturuyor.Bunun öncesinde kübizmde kullanılan yapıştırma malzemeler,Duchamp ın o güne kadar sanat objesi olarak algılanmayan bir nesneyi bu amaçla kullanması endüstri devriminin sanat alanına gecikmeli bir etkisidir.Toplumda birbirine çok yakın görülen faaliyet alanları,Modernizm ile birbirinden ayrılmaya başlamıştır.Önceden sanat ve zanaat eşanlamlı kavramlardı.Daha sonra güzelsanatlar gibi söylemler çıkmaya başladı.Genel olarak ART kavramı altında resim-heykel-mimari toplandı.19.yy da güzelsanatların alanı gittikçe belirginleşmeye başladı.
El becerisinin üzerine yaratıcılık eklenerek akademiler
kuruluyor bu şekilde resim pek rekabet görmeden
ilerliyor. 19.yy da ekonomik ilişkiler ve altyapı ile
üstyapı arasındaki ilişkiler sonucunda gecikmeli
olarak sanayi devrimi mantığı modern sanatlarda ortaya çıkıyor. Fakat bunu kültüre olan etkileri avangard sanatla başlar. Endüstri devrimi, emeğini otomasyon anlayışı ile yokmetmiştir.Duchamp’ın işi buna örnektir.Burada el emeği olmadan üretilen bir obje sanat eseri olarak sunulmuştur.
Endüstriyel bir nesne , el emeği ile ilgili olmayan bir müdahale ile ortaya mental bir emek ortaya koyar.Burada seçme edimi sanatın kendisi haline geliyor.Bunlar bu dönemde ortaya çıkan avangard akımın ürünleridir. Sonra aradan biraz zaman geçiyor…Bunlar 1905 ile 1920 li yıllar arasında oluşmuş avangard akımın farklı akımlarla şekillenmiş halidir.Bir süre sonra avangard yoruluyor bu arada araya faşizm ve komünizm giriyor….50-60 lı yıllarda soyut sanat geliyor resimle…daha sonra 60 lı yıllarda birileri bu fikileri tekar hatırlayıpalıyıor,bazen hiç el emeği olmayan,bazen çoğunlukla dil üzerine kurulu yapıtlar üretmeye başlıyorlar.Kavramsal sanat bu mirasın üzerine kuruludur.Yani kavramsallığa yer veren sanattır.
Kavramsal sanat olarak yapılan işleri ana başlıklar halinde toparlarsak:
1)öncelikle kavramsal olarak bir iş var etmek…Bugün güncel sanat olarak adlandırdığımız kavram,el emeği ile değilde zihinsellik ve düşünsellik üzerine kurulu işlerdir.
2) yeni medya dediğimiz bir şey çıkıyor.Artık bahsedilen 3 şeyle tanımlanamayacak teknolojik imkanlar oluşuyor…Video,fotoğraf… gibi.Örneğin fotoğrafçılık var ama fotoğrafı kullanan güncel sanat gibi…
3)Beden kullanımı…fakat bunu resim geleneği ile bir ilgisi yok…İzleyici burada,duran şeyde karşısında…60 lı yıllarda performans sanatının, happening lerin ortaya çıkmasıyla ,bedenin sanat yapıtı olabileceğine dair yeni bir kaynak açılıyor.
4) Bir mekan kullanımı…Örneğin bir galeriye giriyorsun,objeyle direk ilişkiye giriyorsun…Ama burada bir mekansallık var…Bir obje var ve ben sadece ona bakıyorm…Güncel sanat dediğimiz şey,izleyici ile obje arasında kalan kısmı kurgulamada başlıyor.Böylece enstalasyon denilen anlatım dili ortaya çıkıyor.Örneğin bir yere giriyoruz,orası zaten atmosferik olarak tanımlanmış…Sadece obje görmüyorsun,bedenini kaplayan bir şeyde var.Ses var örneğin,ışık var…Örneğin 1940 lı yıllarda bir memur ailesinin evine dönüstürülmüş mekan…
Güncel sanat,bu gelişmelerin sonucunda artık her yerden beslenen bir kavram yumağı haline geliyor.Neredeyse bir sınırsızlık…Akademilerde ne olursa olsun bir sınırlılık var yani malzemeye ve tekniğe bağımlısın…
Ama günümüzde resmin kendi sınırlılığını aşma yönünde üretken işlerde var ve bu karşıt kavramlar,birbirinden beslenir haldeler.Ancak resim,kendi yapısının ötesine geçme gayretinde…
Geleneksel ile olan çatışma (90 lı yıllar) artık yaşanmıyor.Yani güncel sanat içinde var olan ressamlarda var…İki ayrı kutup değilde,birbiri içine geçmiş bir durum halindedirler.
Bunun üzerine pek çok şey ekleniyor. Mesela,mekan üzerine…Kıbrıs örneği gibi..Yani biz bir galeriye gidip nesneyi yerleştiriyoruz ve insanlar gelip onu orada izliyor.Ancak bir beşinci seçenek diyebileceğimiz,doğrudan sosyal hayatın içinde var olan mimari dokuların içine gidilir ve doğrudan orada anlamlanabilecek olan işler sergilenir.Örneğin Boğaz Köprüsü’ne gidilir,orada bir düzenleme yapılır ve o iş sadece orada anlamlı hale gelir.O işi,bir başka mekana yada geleriye götürürseniz tamamen anlamını yitirir.Bu,sadece belli bir mekanda işleyen çalışmadır.Kıbrıs’ta mesela…İngiliz grup geldiler,orada boş bırakılmış bir tuhafiyeci dükkanında işler yaptılar.Bu iş alınıpta New York’ta bir müzede sergilenemez.Bunun için binayı temeliyle oraya götürmek gerek…
En son gelen konulardan biride,doğrudan sosyal ilişkilerle ilgili…Yani senin kurduğun sosyal ilişkiler…Ortada obje yok.Örneğin 1995 yılında,İstanbul Bienali’nde sanatçı bir oturma alanı tasarlıyor.Dört sıralı bir alan…Ortayada 2 saatte bir pilav kazanı geliyor.Bunu insanlar alıp yiyebiliyor,sergiyi gezen insanlar birbiriyle konuşabiliyor ve burada sosyal bir alan oluşmuş oluyor.Ayrıca sanatçı da gelip bu insanlarla doğrudan iletişime geçebiliyor.
İNANÇ SIÇRAMALARI
(13-29 MAYIS 2009)
13-29 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen "Leaps of Faith / İnanç Sıçramaları" sergisi Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'tan çeşitli bağımsız kuruluşların birlikte gerçekleştirdiği bir etkinlik olması açısından da önemli. Yapımcılığını Kolektif Prodüksiyon'un üstlendiği "İnanç Sıçramaları"nın proje ortakları arasında İstanbul Kültür ve sanat Vakfı ile Kıbrıslı grup Artist to Artist de bulunuyor.Katerina Gregos ve Erden Kosova'nın küratörlüğünü yaptığı sergiye değişik ülkelerden 18 sanatçı katılıyor. Sergide, Kıbrıs asıllı ünlü moda tasarımcısı Hüseyin Çağlayan'ın çalışmalarının yanı sıra Phil Collins, Meksikalı sanatçı Minerva Cuevas ve politik içerikli işleriyle adından söz ettiren Güney Afrikalı Kendell Geers'in yapıtları da görülebilir.
."İnanç Sıçramaları" Kıbrıs'ın 1974 yılından beri bölünmüşlüğünü ve politik açmazları konu alıyor. "Siyasetçilerin çözemediklerini sanatçılar nasıl çözer?", "Sanat iki yakayı birleştirir mi?" gibi soruların temel alındığı sergide cinsel kimlik ve sınıf meseleleri, azınlık hakları, plansız kentsel gelişme ve göçmenlerin sorunlarına da dikkat çekilmek isteniyor. Serginin bir diğer hedefi ise, uluslararası boyutta bir sanat etkinliğiyle Yeşil Hat'ı canlandırmak ve hareketlendirmek; adanın iki tarafındaki halkların arasındaki iletişim ve değişimi artırarak alternatif söylemlere de yer açmak.

Erden Kosova'nın Nifca (Kuzey Ülkeleri Sanat Kurumu) sergi rehberinde de yayımlanmış Feuer und Flamme isimli makalesinden bir alıntı:
"Serkan'ın işinde küçük kırmızı renkte binlerce proleter figür görüyoruz. Kaba biçimde süngerden biçimlendirilmiş 6-7 cm boyutunda adamcıklar bunlar; öne çıkan özellikleri havaya kalkmış sol yumrukları. Yere tutturulmuş figürler üzerlerine basıldıktan sonra deforme oluyor ama malzemelerinden ileri gelen esneklikle bir kaç saniye içinde yeniden ayağa kalkıyor, sol yumruklarını havaya yükseltiyorlar. Endüstriyel bir ürün olmaları, kendilerini yeniden üretebilmeleri, direngenlikleri ve kitlesel varoluşları bu kırmızı proleterlere sempati duyulmasını sağlayabiliyor ama biçimlerindeki kabalık, görüntülerindeki tektiplilik gibi unsurlar izleyicide sakınımlı bir tepki üretiyor ister istemez. Üstüne üstlük, izleyicinin işin bütünüyle deneyimleyebilmesi için gereken şey, bu proleterlerin üzerine basması. Ne kadar köşesinden bucağından kaçılmaya çalışılsa da, istemeden de olsa üzerlerine basılıyor. İzleyici ve konu alınan figürler arasındaki mesafeden de öte, bir zarar verme (zalimlik uygulama) zorunluluğuna giriliyor.
Sergi izleyicisi ile proleter arasındaki negatif ilişkinin yanında, sergi mekanı olan Proje4L'nin sınıfsal bir ayrım çizgisinin, finans kurumlarının yükseldiği bir yapılanma alanı ile işçi sınıfı mahallelerinin arasında kalan bir hatta konumlanmış olması yeniden sorunsallaştırılıyor."
Ateş Düştüğü Yeri Yakar Sergisi
